Güzel bir yaz günüydü. Batur elinde sapan evlerinin yakınındaki ağaçlıkta kuş avına çıkmıştı. Gözleri radar benzer biçimde dikkatle çevreyi tarıyordu. Birden arkasında bir ses duydu:
’Vurma kuşları.’ Döndü, baktı. Seslenen yabancı değildi. Mahalle arkadaşı Sarper’di:
“ Ne istersin şu ufak yaratıklardan bilmiyorum ki? Ne ziyanı var onların sana? Bırak ötsünler, uçsunlar, kanat çırpsınlar. “
Batur:
“ Sarper gene mi sen? Bu kaçıncı? İşime karışma demedim mi ben sana? Bak kuşları ürküttün, kaçıp gittiler. Kuş vurmak yasak mı kısaca? “
Sarper:
“ Yasak doğal. Şu sıralar kuş yavrularının gelişme zamanı.
Batur:
“ Amma yaptın ha.. Yasakmış.. Yasaksa yasak. Kim bilecek benim kuş vurduğumu? Çevrede bir yığın kuş var. Bir kuş vursam kuş kıtlığına kıran girmez ya, kuş nesli tükenmez ya. Bana bak Sarper, sen iyi bir arkadaşsın, fakat şu kuş işine karışma “ dedi ve ses çıkarmamaya dikkat ederek usul usul ilerlemeye başladı. Yirmi metre kadar gittikten sonrasında bir ağacın altında durdu. Sapanını yukarıya doğru kaldırdı. İyice nişan aldıktan sonrasında sapanındaki taşı fırlattı. Taş hedefini bulmuştu. Kuş yere düşerken aynı anda havalanan bir başka kuşun kanat sesleri duyuldu.
Batur azca ötesinde yere düşen kuşu aldı. Kuş can çekişmekteydi. Derhal kuşun kafasını kopardı. Kendisine doğru yürümekte olan Sarper’e dönerek:
“ Nasıldım fakat? Tek atışta hedef on ikiden. Tık kafa gitti. Tüylerini yoldum mu, ufak bir ateş yakarım. Cız bız. Sonrasında deyme keyfime “ dedi. Arkadaşının sözlerine aldırış etmemesine içerleyen Sarper:
“ Ne desem, ne söylesem boşuna. Başkalarının senden daha iyi düşünebileceğini hiçbir vakit kabul etmezsin esasen. Vurduğun bir yabani güvercin yavrusu. Yirmi gram et ya çıkar, ya çıkmaz. Hem düşünmediğin bir şey var. Bu yere düşerken kanat sesleri duymuştuk. Herhalde anne güvercindi uçan. Yabani güvercinler bildiğime göre kin tutarlar. Yavrusunu vurmakla asla iyi yapmadın “ dedikten sonrasında geriye dönerek süratli adımlarla oradan uzaklaştı.
Batur hemen sonra ağaçlığın kenarında ufak bir ateş yaktı. Buraya gelirken yavru güvercinin tüylerini yolmuş ve iç organlarını temizlemişti. Kuşu pişirmeye başladı. Fakat arka tarafındaki ağaçlardan birinde mutsuz ve yaşlı bir çift gözün kendisini izlediğinin bilincinde bile değildi. Anne güvercin bir taraftan yavrusunu vuran evladı seyrederken, bir taraftan da düşünüyordu:
“ Aslen elinde bir çocuğun bizlere doğru yaklaştığını görmesek, duymasak bile hissederiz. Fakat biz kuşlar, ağaç dalları üstünde otururken dalar gideriz. Geçmişi düşünürüz. Hatıralar gözlerimiz önünde canlanır. Doğrularımız, yanlışlarımız aklımıza gelir. Bir çok vakit da hayaller kurarız. Bunlar çoğu zaman tadını damağımızda hissedeceğimiz hayallerdir. Kısaca gerçek olmasını istediğimiz. İşte bu benzer biçimde durumlarda bir sapanın yada bir tüfeğin bizlere doğru nişanlandığını görmemiz veya yaklaşan birinin hışırtısını, ayak seslerini duymamız mümkün değildir.
Biricik yavruma uçmayı öğretiyordum. Yavrum oldukca yorulmuştu. Bir ağacın dalına konduk, dinleniyorduk. Etraftaki ağaçlar kuş doluydu ve sanırım bir çok da benim benzer biçimde hayallere dalmıştı. Küt diye bir ses duydum ve yavrumun feryadı ile kendime geldim. Baktım yavrum vurulmuş düşüyordu. Kanatlarımı çırptım ve uçtum. Havada geniş bir daire çizdikten sonrasında olayın olduğu yere döndüm. Çevrede kuş yoktu, hepsi kaçıp gitmişlerdi. Olayın iyi mi bulunduğunu kuşlardan sorar, öğrenirim. Her neyse bırakayım şimdi bu tarz şeyleri düşünmeyi. Yavrumu vuran çocuk kalktı, gidiyor. Gözden kaybetmeden takip edeyim şunu. Evinin nerede bulunduğunu öğrenirim asla eğer olmazsa. “
Batur yolda görmüş olduğu bir arkadaşıyla konuştuktan sonrasında oturdukları apartmanın kapısından içeriye girdi. Oturdukları daire 4. kattaydı. Anne güvercin karşı sokaktaki bir apartmanın çatısında saatlerce bekledi. Akşam olunca odaların, salonların ışıkları yanmaya başladı. Yavrusunu vuran çocuğun girmiş olduğu binanın oda ve salonlarını denetim etmeye başladı. Örtülmeyen yada aralık bırakılan perdelerin arkasından içeri bakıyordu. 4. kattaki balkonun korkuluk demirlerinin üstüne kondu. Şu şekilde bir etrafına bakındı, bir çekince var mı diye. Sonrasında ağır ağır başını pencere tarafına doğru çevirdi. Perdesi kapatılmamış pencereden içerisi rahatça görünüyordu. Ve onu görmüş oldu… tam karşıda oturmuş, tarafındaki birkaç kişiye bir şeyler anlatıyordu. El-kol hareketleri yapıyor, kahkahalarla gülüyor, etrafındakileri güldürüyordu. Onun son aşama neşeli hali içini sızlattı. Bu sahneyi daha çok görmeye dayanamadı, kanatlarını çırptı ve simsiyah gökyüzüne doğru uçup gitti.
Daha sonraki günlerde Batur evlerinin yakınındaki ağaçlıkta sık sık kuş avına çıktı. Fakat şaşkınlık!.. Daima pek oldukca kuşun bulunmuş olduğu bu ağaçlıkta bir tek kuşa rastlayamıyordu. Batur, gene bigün elinde sapanıyla buraya geldi. Çevreden çıt çıkmıyordu, etrafta asla kuş yoktu. Tam yavru güvercini vurmuş olduğu ağacın altına gelmişti ki, ansızın kanat sesleri duydu. Şaşırmıştı. Üstüne doğru dalışa geçen kuşu son anda fark etti. Elleriyle yüzünü kapatması onu yaralanmaktan kurtardı. Kuş çığlıklar atarak derhal ikinci kez saldırıya geçti. Bu hücum birincisinden oldukca daha şiddetli oldu. Kuşun kanat vuruşları birer tokat benzer biçimde yüzüne gelen Batur, sırtüstü yere yuvarlanırken eliyle kuşa sert bir darbe indirdi. Kuşun ilerdeki çalılıkların arasına düştüğünü gören Batur, arkasına bile bakmadan kaçıp gitti. Batur o gece asla uyuyamadı. Yatağında sürekli olarak bir o yana, bir bu yana döndü, durdu. Sabaha karşı şafak sökerken o kuşun kim bulunduğunu ve kendisine niçin saldırdığını anlamıştı.
O kuş, birkaç gün ilkin vurmuş olduğu yavru güvercini annesiydi. Demek ki anne güvercin yavrusunu vuranı unutmamış, sürekli olarak takip etmişti. Kuş vurmak için ağaçlığa gelirken orada bulunan kuşların kaçıp gitmesini sağlamıştı. Bu birkaç gündür ağaçlıkta asla kuş görememesinin nedenini ortaya çıkarıyordu. Korkulu bir takip altındaydı. Eğer kuş vurmaya devam ederse anne güvercinin felaketine niçin olacağını anlamış oldu. Zararın neresinden dönülürse kardı. Tekrar kuş avına çıkmazsam anne güvercin bir ihtimal peşimi bırakır diye düşündü. Esasen sapanını anne güvercin ile boğuşurken düşürmüştü. Bundan sonrasında kuş vurmayacağına yemin etti.
Anne güvercin ise, Batur ile yapmış olduğu mücadeleden sonrasında yerde bulmuş olduğu sapanı gagasının arasına kıstırıp uçup gitmiş, uzaklara, oldukca uzaklara, kimsenin onu bulup tekrar kuş vurmasına olanak bulamayacağı kadar uzaklara giderek oralarda bulmuş olduğu bir çukura sapanı atmış ve üstüne toprak, yaprak ne bulduysa doldurarak gömmüştü. Anne güvercin daha sonraki günlerde ağaçlığın kenarında nöbet tutmaya devam etti. Birisi buraya gelmeye kalksa derhal ağaçlar üstünde dinlenen, uyuklayan yada hayal kurmakta olan kuşları uyaracak ve bu ağaçlıkta kimsenin kuş vurmasına izin vermeyecekti.
Böylece aradan haftalar geçti. Sonbaharın gelmesiyle havalar soğumaya başladı. Tüm göçmen kuşlar benzer biçimde anne güvercin de grubuyla beraber kışı geçirmek için sıcak ülkelere göç etti. Ertesi yıl nisan ayında anne güvercin grubuyla beraber yine bu ağaçlığa geldi. Günler oldukca sakin ve olaysız geçiyordu. Anne güvercin fırsattan istifade ederek üç tane yumurta yumurtladı. Bu yumurtaların üstünde günlerce kuluçkaya yattı. Sonunda yumurtalar çatladı ve üç tane minimini yavru sahibi oldu. Yaz mevsimi süresince yavrularını büyüttü, onlara uçmayı öğretti. Hayatta kendilerine yönelebilecek tehlikelere karşı daima uyanık durumda bulunmayı öğütledi. Batur verdiği sözü tuttu. Tekrar onu kuş vururken gören olmadı.
Uçan Balonlar Hikayesi
Yaşlı adamın hastalığına çare bulunamayınca, kendisine evliya denilen birinin adresini vermişler. Söylenenlere göre en ağır hastalar o zatın duasıyla iyileşebiliyormuş.
İhtiyar adam verilen adresi çaresizlik içinde cebine atıp doktorun yanından ayrıldığında, sokağın köşesinde simit satan 6-7 yaşlarındaki bir çocuğa rastladı. Çocuk son derece masum gözlerle kendisine bakıyor ve onu tanıyormuş gibi gülümsüyordu.
Adam, o yaştaki çocukların tamamen günahsız olduğunu düşünerek yoluna devam ederken, aniden duruverdi. Simitçinin üzerindeki eski tişörtün üzerinde bir “E” harfi yazılıydı. Ve bu “E” mutlaka evilyanın “E” si olmalıydı… Aradığı evliyaya bu kadar çabuk ulaşmanın heyecanıyla yanına gidip bir simit aldıktan sonra;
– “Doktorlar benim hasta olduğumu söylediler,” dedi. “İyileşmem için bana dua eder misin?”
Çocuk bu teklif karşısında şaşırmışa benziyordu.Kafasını olur der gibi sallarken;
– “Bende sık sık hastalanıyorum,” diye karşılık verdi.”Ama dedem, Allaha inananların ölünce yıldızlara
uçtuklarını ve orada cenneti seyrettiklerini söylüyor.Bu yüzden korkmuyorum hastalıklardan.”
Adam içinin bir anda ferahladığını hissetti. Onunsoğuktan moraran yanaklarına bir öpücük kondururken ;
– “Deden çok doğru söylemiş,” dedi. “Ama ben yine de yardım istiyorum senden.”
Çocuk, duasının kıymetini anlamış gibiydi. Karşı kaldırımdan geçmekte olan baloncuyu gösterek ;
– “Size dua edeceğim” diye cevap verdi. “Ama eğer iyileşirseniz, bana 10 tane balon alacaksınız , tamam mı?”
Bu sefer adam başını salladı. Fakat çocuk bu kadar büyük bir hazineyi istemekle haksızlık yaptığına hükmetmişti. Mahcubiyetten kızaran yanaklarını elleriyle örtmeye çalışırken ;
– “Uçan balon almanıza gerek yok,” diye devam etti.”Normalinden 10 tane istemiştim”
Adam elini uzatarak çocukla tokalaştı. Anlaşma nihayet yapılmış, ayrıntılara geçilmişti. Buna göre hastalıktan kurtulması halinde 6 ay sonraki ramazan bayramında çocukla buluşacak ve her hangi bir sebeple gelemediği takdirde, önceden hazırlanan balonların ona ulaşmasını veya postalanmasını sağlayacaktı.
Adam küçük çocuğun adını ve adresini bir kâğıda yazdıktan sonra, başını okşayarak onunla vedalaştı.
Aradan soğuk bir kış geçip ramazana ulaşıldığında ,adamın hastalığından eser bile kalmamıştı. Hayata tekrar dönmenin sevinciyle en güzel balonlardan bir paket hazırladı ve bayramın ilk gününü ipleçekerek randevü yerine gitti. küçüklerin cıvıl cıvıl kaynaştığı bayram yerindeki diğer simitçiler,çocuğu tanımıyordu.
Adam onu biraz ilerdeki bakkala sorduğunda , dükkân sahibi ;
– “Ciğerleri hastaydı yavrucağın,” dedi. “Geçen hafta aniden ölüverdi.”
Adam bir anda beyninden vurulmuşa döndü ve koşar adımlarla orayı terkederken , önüne çıkan ilk baloncuya bir tomar para uzatıp;
– “Şu uçan balonlardan 10 tane istiyorum,” dedi.
“Çabuk ol, gecikmeden ulaşmalı yerine.”
Adam, satıcının aceleyle uzattığı balonların iplerini birbirine düğümledikten sonra, onları besmeleyle gökyüzüne bıraktı. Bayram yerindeki herkes gibi baloncu da şaşkındı. Sonunda dayanamayıp ;
– “Ne yaptığınızı anlayamadım.” dedi. “Neden bıraktınız onları öyle?”
Adam, nazlı nazlı yükselmekte olan balonları buğulu gözlerle takip ederken ;
– “Onları bekleyen küçücük bir dostum var,” diye mırıldandı. “Hemde evliya gibi bir dost. Balonları adresine postaladım sadece.”