Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden’in 11 Eylül 2001 sonrası işgal ettiği Afganistan’dan çekilme sürecine son vereceğini ve çekileceğini açıklamasıyla başlayan süreç uluslararası kamuoyu tarafından yakından takip edilmektedir.  Çünkü Ağustos 2021 sonu itibariyle tamamlanması planlanan çekilme seyri henüz tamamlanmadan ülkenin büyük bir kesimini kontrolü altına alan Taliban, otoritesini kabul ettirebilmek adına acımasızca hareket ettiği ve 20 yıllık ABD işgali sürecinde işbirlikçi olarak gördüğü kişilere karşı intikam duygusuyla hareket edeceği beklentisinin Afgan halkında büyük korkulara sebep olduğu görülmektedir. Taliban vahşetinden kaçan binlerce Afgan ülkeyi terk etmeye çalışırken, özellikle Türk nüfusun yoğunluklu olduğu kuzey bölgelerinde bir kesimin kaçmayarak ve teslim olmayarak Taliban’a karşı mücadele etmeye çalıştıkları bilgileri de gelmektedir.

Taliban’ın şimdilik uluslararası kamuoyu tarafından tanınmamakla birlikte bir süre sonra defakto da olsa yavaş yavaş tanınmaya başlanacağı beklenmektedir. Dünya Afganistan’a ve Taliban’ın neler yaptığına/yapacağına odaklanırken; ABD’nin Irak’tan da çekileceğini açıklamasının ikinci planda kaldığı görülmektedir.

26 Temmuz 2021 tarihinde ABD’ye resmi ziyarette bulunan Irak Başbakanı Mesut el-Kazımi ile Beyaz Saray’da bir araya gelen ABD Başkanı Joe Biden, görüşmesinin ardından; ABD’nin Irak’taki muharebe misyonunun resmen sona ereceğini ve ABD ordusuna bağlı muharip güçlerin 2021 yılı sonuna kadar Irak’tan ayrılacağını; ancak IŞİD ile mücadelede Irak’ı istihbarat alanında desteklemeye devam edeceklerini, eğitim ve danışmanlık desteğinin süreceğini dolayısı ile bu hizmetlerde görev alacak olan ABD askerlerinin Irak’ta kalacağını açıklamıştır.

Kazımi’nin de “Bugün iki ülke arasındaki ilişkiler her zamankinden daha güçlü. Irak’ta herhangi bir yabancı askeri gücün bulunmasına gerek olmadığı” sözleri ise dikkat çekicidir. Zira Kazımi’nin bu cümle ile sırf ABD askerlerini değil, PKK terör örgütüne karşı mücadele için uluslararası hukuk kapsamında Türk askerinin Irak’ın kuzey bölgelerinde konuşlu olmasını da kastettiği muhakkaktır.

Bu açıklamalar irdelendiğinde; şu an yaklaşık 2.500 ABD askerini Irak’ta görev yaptığı bilinmektedir. Muharip askerlerin çekileceği açıklanmakla birlikte yeni tanımlanan görev kapsamında da yaklaşık aynı miktarda ABD askerinin kalmaya devam edeceği değerlendirilmektedir. O halde tam bir çekilmeden söz edilemeyecektir.

Irak’la ilgili bu açıklama üzerinden bir değerlendirme yapılmak gerekirse;

O dönem Irak lideri olan Saddam Hüseyin hükumetinin kitle imha silahlarına sahip olduğu sözde iddialarla 20 Mart 2003 tarihinde Irak’ı işgal eden ABD, Saddam’ı devirmiş olsa da iddia edilen o kitle imha silahlarını bulamamıştır.

Bir husus burada atlanılmamalıdır ki; işgalden önce 1990-2003 yılları arasında Baas rejimi lideri Saddam Hüseyin’in görevden alınmasını sağlamak bahanesiyle Irak’a 13 yıl ambargo uygulayan ABD, Irak’a ekonomik ve sosyal olarak büyük tahribatlara sebep olmuştur. Ayrıca ağır ambargolarla çökerttiği Irak’ı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarını beklemeden İngiltere ile birlikte işgal eden ABD, esasında uluslararası hukuk açısından suç işlemiştir.

“İstikrar ve Demokrasi” getirileceği sloganlarıyla gelen ABD’nin “Irak`ı Özgürleştirme Operasyonu” adıyla işgal ettiği Irak’taki askeri varlığı 18 yılı aşmış olsa da resmi olarak 18 Aralık 2011 tarihi itibariyle işgal rejimine son verdiğini açıklamış ve bir kısım askerlerini çekmiştir. Ancak sayıları net olarak bilinememekle birlikte 3.000.000’u aştığı değerlendirilen sivil hayatını kaybetmiş, binlercesi göç etmek zorunda kalmış ve Irak, kanlı bir kaosa sürüklendiği acı dolu yıllar yaşamıştır.

Lakin 18 yılın sonunda gelinen noktada; onca can kayıplarına ve milyarlarca dolar ekonomik kayıplara rağmen istikrar sağlanamayan Irak harekâtı sonrası bir de IŞİD/DEAŞ terör örgütünün çıkmasına zemin hazırlandığı görülmüştür.

Merkezi sivil ve askeri bürokrasiyi çökerten işgal, bir de oldukça ağır sosyo-ekonomik yıkıntı ile birleşince adeta yönetilemez bir ülke halini alan Irak, uzun yıllar kapanmayacak sosyal kırılmalarla da uğraşacağı bir dizi problemler yumağı ile iç içe kalmıştır. Ağır ambargolar ve ardından yaşanan işgal yıllarında gereksinim duyulan insani ihtiyaçlar ve halkın güvenliğinin sorumluluğu işgal güçlerinde olmasına rağmen bunların sağlanmadığı görülmüştür. Yaşanan kaos ortamı içerisinde ABD işgaline karşı mücadele yürüten direnişçi grupların zamanla bir de kendi aralarındaki hesaplaşmaları iç savaşı andıran günleri de beraberinde getirmiş, olan yine masum halka olmuştur[1].

***

Son yıllarda Türkiye ile Irak arasındaki ilişkilerde önemli bir dinamizmin yaşandığı görülmektedir. Bütün dünyayı etkisi altına alan Covid-19 pandemi sürecine, ABD-İran geriliminin bölgesel olumsuz etkilerine rağmen Türkiye-Irak arasındaki ticaret hacmi 2020 yılı içerisinde 20 milyar doları aşmıştır. Ancak ekonomik gelişmelere rağmen siyasi açıdan güçlü bir ilişkinin olmadığı bilinmektedir. Çünkü Türkiye’nin Bağdat Merkezi Hükumeti ile iki farklı kulvar üzerinden ilişki kurmak zorunda olduğu unutulmamalıdır. Çünkü mevcut Başbakan Mustafa el-Kazımi liderliğindeki meşru Irak hükûmeti ile Irak sahasında askerî olarak güçlü olan ve aynı zamanda parlamentoda da en etkili gruplardan birinin temsil ettiği İran yanlısı grupların varlığı göz ardı edilerek ilişki yürütmenin zorluğu hatırda tutulmalıdır. Dolayısı ile mevcut bu iki yapının birbiriyle rekabeti Türkiye’nin Irak’taki ekonomik, siyasi ve askerî mevcudiyetini ve meşru aktörlerle ilişkilerini doğrudan etkilemektedir. Böyle olunca Türkiye’nin İran yanlısı siyasi ve silahlı gruplarla ilişkileri, Bağdat hükûmetiyle temaslarında daha fazla çaba sarf etmesine neden olurken, diğer taraftan, Türkiye’nin İran ile ilişkilerinin seyrinin de doğal olarak etkilemektedir[2].

İki başlı Bağdat siyasetine bir de Irak’ın kuzeyinde özerk bir yapı ile yer alan Mesud Barzani liderliğindeki Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) de eklendiğinde Türkiye’nin ilişkiler iyice sarmal halini almaktadır. Çünkü Türkiye’nin IKBY ile ticaret ve enerji alanında ikili anlaşmalar imzaladığı bilinmektedir. Bu bağlamda Irak Merkezi Hükumetinden bağımsız olarak IKBY bölgesinden Türkiye’ye petrol ihraç edilmesi, yüzlerce Türk firmasının IKBY sahasında faaliyet göstermesi Irak Merkezi Hükumetini ve İran’ı rahatsız etmekte ve siyasi ilişkilerde zorluklara sebep olmaktadır. Ancak bütün bu sıkıntılara rağmen Irak Merkezi Hükumeti bölgesi ile ekonomi, sağlık, eğitim ve kültür alanları başta olmak üzere birçok alanda yine bir şekilde ikili ilişkiler devam etmektedir.

***

2011 itibariyle Arap Baharı olaylarının Suriye’ye sirayetiyle birlikte bu bölgede etkili bir şekilde varlığını ve etkisini arttıran İran’ın, Lübnan’da da Hizbullah yapılanmasını güçlendirmeyi başardığı görülmektedir. Irak Şii nüfusu üzerinde de etkisi bilinen İran’ın aynı zamanda Ortadoğu’da Şii Hilali olarak tanımladığı sahadaki gücünü ABD ambargoları ve olası askeri müdahalelerinde etkili bir silah olarak kullanabileceğini gösterme gayreti de gözden kaçırılmamalıdır. Zira Irak’taki ABD askerlerine yönelik füze saldırılarının ve Irak halkının ABD askerlerine karşı yaptığı geniş çaplı protesto gösterilerinin arkasında İran’ın olduğu bilinmektedir. Dolayısı ile ABD’nin Irak’tan muharip güçlerini çekme kararı alması, İran tarafını cesaretlendirmiş ve uyguladıkları politika ile “doğru yolda ilerledikleri” şeklinde[3] değerlendirileceği öngörülmektedir.

Sonuç olarak;

ABD’nin Afganistan’dan çekilme kararı ile yaşanan kaos ortamının Irak’tan da çekilmesiyle birebir yaşanacağı beklenmemektedir. Ancak 1990’dan itibaren katlanarak gelen onlarca sorunun toplumsal bir patlamaya sebep olabileceği ve olası durumda en fazla olumsuz etkilenecek olan ülkenin de Türkiye olacağı muhakkaktır.

Dolayısı ile dünyanın 3’üncü büyük petrol rezervine sahip Irak’ta ABD sonrası için olası iç mücadeleler ve halk olaylarının şiddetlenmesiyle yeni bir göç dalgasına karşı Türkiye karar alıcı mekanizmaları hazırlıklı olmalıdır. Ayrıca Irak’taki Türk varlığının can ve mal güvenliklerine karşı da olası bir eylem planı yapılmalıdır.

Son söz olarak; 1918 sonrası dönemin emperyalist iki ülkesi İngiltere ve Fransa tarafından işgal edilen Ortadoğu, suni sınırlarla oluşturulan devletçikler nedeniyle yaklaşık 100 yıldır devam eden sorunlar yumağının merkezi durumundadır. Bin yılı aşkın bir süre Tolunoğulları, Ihşidiler, Memlukler, Selçuklu ve Osmanlı Devletleri vasıtasıyla Türkler tarafından idare edilen Ortadoğu coğrafyasında yaşanacak her türlü olay bir şekilde Türkiye’yi ilgilendirmektedir.

                        :

İsmail CİNGÖZ; Uluslararası Siyaset Uzmanı/M.A. – BULTÜRK Ankara Temsilcisi. cingozismail01@gmail.com

Yazar