Bugun...
Asıl Kırılmayı Biz Yaşadık 1


Raziye Çakır
bilgi@bulturk.net
 
 

Konu:  Bulgaristan’da Yaşayan Her Türk Bir Kahramandır.                 

Bulgaristan’da Osmanlı Maddi Kültür Mirasının Tasfiyesi (1878-1908)
Balkanlarda ulus devletlerin kuruluşu Osmanlı geçmişi ile büyük bir kırılma yaşanmasına, Osmanlı geçmişinin reddine ve Osmanlı mirasının tasfiyesine sebep oldu. Bulgaristan’da saf bir ulusal kimlik inşası ve ulus devletin konsolidasyonu sürecinde Osmanlı mirasının tasfiyesi Avrupalılaşmanın ön koşulu olarak görüldü.

Yeni bir yazı dizisiyle konumuzu genişletmek istiyorum.
Prof. Dr. Bahaeddin Yediyıldız danışmanlığında Balkanlarda Dönüşüm, Milli Devletler ve Osmanlı Mirasının Tasfiyesi: Bulgaristan Örneği (1878-1913) başlıklı doktora tezin esas aldık. Ayrıca Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümünden Sn. Aşkın Koyuncunun çalışmalarından da yararlandık.

Bulgar modernleşmesi, en başından bir Osmanlıdan arınma hareketine büründü. Ancak, Bulgaristan’da Osmanlı mirasının tasfiyesi mücerret bir modernleşme sorunu olmaktan çok, din taassubu, ulusçuluk ve ulus devlet modelinin telkin ettiği bir zorunluluktu. Bulgar aydını ve devlet adamları Osmanlı hâkimiyetini Hıristiyan Bulgar kültürünün bastırıldığı ve gelişiminin engellendiği bir esaret ve zulüm dönemi olarak telakki etti, anlattı. Sonunda bu gelişmeler kültürel soykırım ve genel soykırım denemesine dönüştü.

 Bu tahayyül (imge) Osmanlı döneminin ve Osmanlı hâkimiyeti ile özdeşleştirilen kurumların, geleneklerin, Türk ve Müslüman grupların, hayrât ve müberrâtın hor görülmesine ve şeytanileştirilmesine sebep oldu.

Bulgar kimliğinde artık Şarklı unsurlara yer yoktu. Bu süreç bugüne kadar devam ediyor, zenginleştirilerek, yeni yeni biçimlerde  kışkırtılıyor. 2017’de Eski Zara’da (Stara Zagora) 2017 yılında 52 bin Türk yer  adının değiştirilmesi T.C. Başbakanı B. Yılmazın müdahalesiyle durduruldu. Limdi “Koca Balkan” tepelerinin  “Bekleme”, “Araba Konak”, “Şipka” gibi adlarına Bulgar isimleri arıyorlar. 2019’da Bulgar Kültür Bakanlığında tartışılan sorunlardan birisi, Bulgar klasik İvan Vazov’un “Pod İgoto” (Esaret Altında) romanının içindeki 6 bin Türk ve eski Bulgar sözünün yeni sözlerle değiştirilip, romanın yeniden yazma sorunudur. Bu yeni yazma sürecinde içindeki Türk düşmanlığı buharlaşır mı bilemiyorum.

Bu nedenle yeni Bulgar devleti siyasi, idari, sosyal, ekonomik, kültürel, demografik ve dinsel alanlara nüfuz eden Türk, İslami ve Şarklı etkilerin tasfiyesine çalışılmaktadır. Bu bağlamda geçmişin istenmeyen unsurları arasında Osmanlı maddî kültür mirası ön sıraya yerleştirildi ve şehirlerin modernleştirilmesi adına çok sayıda Osmanlı eseri yıkıldı. Bulgaristan’da Osmanlı maddi kültür varlıklarının tasfiyesi “93 harbi” ile başladı ve Berlin Anlaşması’na (1878)  aykırı olarak incelediğimiz dönem boyunca sürdü.

Bâbıâli (Osmanlı hükümeti) ve Osmanlı komiserlerinin çabalarına ve protestolarına rağmen Osmanlı dönemini hatırlatan çok sayıda cami, mescit, minare, medrese, hamam, mezarlık, tekke, türbe, han, kervansaray vb. eser Bulgar belediyeleri tarafından şehirlerin yeniden inşası ve planlanması gerekçeleri ile yıkıldı. Osmanlı eserlerinin tasfiyesi, gerçekte Bulgar hükümetlerinin ülkenin Hıristiyan Bulgar karakterini vurgulamak için uyguladıkları bilinçli bir politika oldu.

Camiler din taassubu ve ulusçuluğun başlıca hedefiydi. Nitekim bu dönemde şehirlerdeki camilerin çoğu yıkılırken bazıları kilise, müze, okul, hastane, matbaa, depo ve cephaneliğe dönüştürüldü. Mesela Sofya’da 1877-1878 savaşından önce mevcut olan 44 camiden yalnızca bir tanesi ayakta kaldı. Sonuç olarak, Bulgaristan’da Osmanlı sonrasında en köklü değişim şehirlerin görünümü, fiziksel yapısı ve mimarisinde meydana geldi. Bugünkü Bulgaristan’ın en büyük şehirlerinden örneklerle konuyu ayrıntılı olarak genelden özelle işlemek istiyoruz.

***
Balkanlarda ulus devletlerin kuruluşu, ilgili halkların yalnızca siyasî açıdan Osmanlı hâkimiyetinden ayrılmalarına değil, aynı zamanda sosyal, kültürel ve ekonomik bakımdan da Osmanlı nüfuzundan çıkmalarına, Osmanlı geçmişi ile derin bir kırılmaya ve Osmanlı mirasının tasfiyesi ile senkronize bir Avrupalılaşma sürecine işaret eder.

Osmanlı sonrasında, Balkanlarda ulus devletin ve ulusal kimliklerin inşasında Osmanlı mirasından ve onun toplumsal yaşamın bütün alanlarına nüfuz eden etkilerinden kurtulmak, Avrupalılaşmanın ön koşulu ve muadili sayılmıştır. Nitekim Bernard Lory, Bulgaristan örneğinde Osmanlılıktan ve Osmanlıya ait şeylerden uzaklaşma ile Avrupalılaşma hareketinin veya Doğunun izlerinden arınma ile Batı kültürü ile bütünleşme çabalarının eş anlamlı ve birbirini tamamlayıcı bir olgu olarak görüldüğü kanaatindedir.

 Gelgelelim, Bulgaristan’da Osmanlı mirasının tasfiyesi mücerret bir modernleşme sorunu olmaktan çok, din taassubu, ulusçuluk ve ulus devlet modelinin telkin ettiği bir zorunluluk olarak değerlendirilmelidir. Çünkü dinsel, etnik, kültürel stereotip ve ön yargılar ile yeni ve özgün bir ulus devlet yaratma iştiyakı, tasfiye hareketinde daha belirgin bir rol oynamış ve ulus devlet meşruiyetini Osmanlı mirasının tasfiyesinden almıştır. Bu yüzden Bulgaristan’da ulus devlet, en başından modernleşmenin siyasal örgütlenme biçimi olarak algılanmış ve yönetici seçkinler devlet mekanizmasını ve toplumsal yaşamı Batılı referanslar doğrultusunda yeniden inşa etme ve evrimleştirme yolunu seçmişlerdir. Dolayısıyla Osmanlı geçmişinin yadsınması, inkârı, karalanması ve izlerinin silinmesi hareketi yeni bir kimlik, yeni bir toplumsal güç bulmuştur.

Bu anlamda geçmişin istenmeyen unsurları arasında Osmanlı maddî kültür mirası ilk sıralara yerleştirilmiş ve şehirlerin modernleştirilmesi adına çok sayıda Osmanlı eseri yıkılmıştır. Bu nedenle Bulgaristan’da Osmanlı sonrasında şehirlerin fiziksel yapısı, mimarisi ve görünümünde köklü bir değişim yaşanmıştır. Bu değişim her ne kadar modern şehircilik anlayışının kaçınılmaz bir sonucu gibi görünse de şehir planlarının hazırlanış ve imar faaliyetlerinin ve uygulanış biçimi tasfiye hareketinin bilinçli bir yıkım politikasının ürünü olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim A. İşirkov’un, Sofya ile ilgili olarak 1912’de sarf ettiği “Yunanlıları bizim eserlerimizi tahrip etmiş olmaları yüzünden kınamak için yeteri kadar kelime bulamayan bizler, kendimiz, Türk eserlerini fanatik bir çılgınlıkla yıktık” şeklindeki sözleri bu duruma işaret eder. Bulgar Ulusçuluğu ve Osmanlı Mirasının Algılanışı Bulgaristan’da Osmanlı mirasının tasfiyesi hareketinin zihinsel arka planı Bulgar milliyetçiliğinin doğasında gizlidir. Balkanlarda 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarından itibaren ulusal düşünce tüccar, öğretmen, gazeteci, edebiyatçı ve paradoksal olarak papazlardan oluşan “entelijansiya” (aydınlar) sınıfı tarafından yoğrulmuş ve modern ulusu ve müstakbel ulus devleti düşleyen, onun fikrî ve kültürel temellerini atan da bu sınıf olmuştur.

Entelijensiya sınıfı,(Bu sınıf İstanbul “Robert Kolej”, Batı Üniversiteleri ve Rusya okullarında eğitim almıştır)  Balkanlarda kimliklerin ayrışmasında dinin belirleyici olduğu Ortodoks cemaatinin dil ve etnisiteye dayalı laik ve lengüistik birimlere bölünmesi sürecini başlatmıştır. Böylece Balkanlarda milliyetçilik bir yandan Osmanlı karşıtlığı ve Türk düşmanlığı üzerinde biçimlenirken, diğer yandan gayri Rum Ortodoks unsurlar arasında Fener Patrikhanesine duyulan tepkinin artmasına yol açmış ve Osmanlı millet sisteminin sınırlarının zorlanmasına sebep olmuştur.

Bulgar milliyetçiliği bu doğrultuda şekillenmiştir.
BULGARİSTAN’DA OSMANLI MADDİ KÜLTÜR MİRASININ TASFİYESİ
 esnasında aydınlar daha en başından kendileri ile yöneticileri (Türkler) arasına sınırlar çizerek yabancılaşma ve ötekileştirme sürecini başlattılar veya din farklılığından beslenen mevcut ayrımları derinleştirdiler. Bu yüzden siyasî, idarî, ekonomik, kültürel, sosyal, dinî, demografik vs. alanlardaki Osmanlı etkileri henüz bağımsızlık öncesinde ulusçu aydınlar tarafından yerli Hıristiyan halka dayatılan yabancı unsurlar ve inorganik eklentiler şeklinde nitelenerek tahkir edilmeye ve reddedilmeye başlandı.

Böylece, Balkanlarda Osmanlı varlığı, daha mirasa dönüşmeden Osmanlı mirasının kaderi tayin edilmiş oluyorduBulgar aydını arasında Osmanlı’dan uzaklaşma ve yabancılaşma hareketi, bağımsızlıktan çok önce başlamış, uluslaşmaya paralel olarak güçlenmiş ve 1878’den sonra hâkim cereyan halini almıştıHer şeyden önce Bulgar aydınları açısından Osmanlı İmparatorluğu Türklerin imparatorluğuydu ve Şarklı, yabancı, Müslüman bir medeniyeti temsil ediyordu.

Bulgar aydınları saf bir Bulgar kimliği arayışında sıradan halka “ötekini”, “yabancıyı” gösterirken, Ortaçağ Bulgar krallıkları ve toplumlarını yücelterek Osmanlı hâkimiyetini ulusal değer ve erdemlerin yok edildiği, Hıristiyan kültürünün bilinçli olarak bastırıldığı ve gelişiminin engellendiği bir esaret ve zulüm dönemi olarak resmettiler ve Bulgar milliyetçiliğini mağduriyet hissi üzerine inşa ettiler.

Bu anlamda ilk örnek, Bulgarları Rumlaşma tehlikesine karşı uyarması ve onlara eski Bulgar çarları ve azizlerinden örnekler vererek Bulgar tarihine ve diline sahip çıkmaya çağırması bağlamında ismi tarih yazıcılığımızda sıkça telaffuz edilmesine rağmen kendisinin bu yönüne hiç değinilmemiş olan Paisiy Hilendarski’dir (1722-1773). Paisiy 1762’de yazdığı “Slavyanobılgarska İstoriya” (Slav-Bulgar Tarihi) adlı hagiographic eserinde Bulgaristan’ın Türk esaretine girişi, soyluların katledilmesi ve halka yapılan zulümler, çocukların yeniçeri yapmak için toplanarak Türkleştirilmesi, Tırnova Patrikliğinin ilgası,kiliselerin camilere çevrilmesi,çok sayıda kilise, manastır ve sarayın Türkler tarafından yakılıp-yıkılması ve gasp edilmesi,Türk yönetiminin kötülüğü ve katlanılmaz olduğu vs. konulardan da söz ediyordu. Paisiy’in “Osmanlı” terimini hiç kullanmaması dikkat çekicidir. O, ayrıca “tursko porobvane” (Türk köleliği) ve “agaryansko robstvo” (Müslüman esareti) gibi terimlerle Bulgar tarih yazıcılığında Osmanlı dönemini nitelemek için sıkça kullanılan “Tursko robstvo” (Türk esareti), “Tursko igo” (Türk boyunduruğu) gibi klişe terimlerin öncüsüdür.

Parteniy Pavlovich (1695-1760), Türkleri, halkı İslam’a geçmeye zorlamakla, reddedenleri öldürmekle, kiliseleri camilere çevirmekle suçlarken, ilk Bulgar metropoliti Sofroniy Vraçanski’nin (1739-1813) otobiyografisinde ise 18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başlarındaki kargaşa ortamında (Kırcaaliler Dönemi, 1790-1813) Türkler yine zalimler, hapsediciler, işkenceciler, katiller, rüşvet yiyiciler, keyiflerine göre kadınları alıp götürenler ve gulampareciler olarak öne çıkıyordu.

Bulgar aydınları özellikle 1835’den sonra laik okullar, Osmanlı sınırları dışında yayınlanan Bulgarca gazete, kitap ve risaleler, çitalişteler (okuma salonları) ve nihayet küçük ruhban ve kiliseler vasıtası ile Osmanlı imparatorluğunu ve Türkleri ulusal gelişimlerini engelleyen ve kendilerini Avrupa çevresinden koparan bir güç olarak tasvir ettiler. Georgi Rakovski, Lüben Karavelov, Vasil Levski ve Hristo Botev’in komitecilik mücadelesine girişmesinden sonra bu süreç hızlandı (1862-1876). Mesela, Georgi Rakovski Türkler hakkında “parazit gibi yaşayan, Hıristiyan kızlarına tecavüz eden Asyalı barbarlar”, “Dünyada Türkler kadar insanoğluna karşı mezalimde bulunmuş başka bir halk yoktur”, “Türkler bizim ebedi düşmanımızdır” vb. görüşlere sahipti. Lüben Karavelov, Türkleri “Asyalı barbarlar”,“yarı ahlaksız”, “yarı vahşi”, “yarı kokuşmuş”, “homoseksüel” vb. sıfatlarla aşağılıyor ve 1870’de Bulgar Eksarhlığı’nın kurulması arifesinde “çorbacı



Bu yazı 348 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
ÇOK OKUNAN HABERLER
VİDEO GALERİ
FOTO GALERİ
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR

Bulgaristan pasaportunda hangi adınız yazıyor?


YUKARI